Her adını duyduğumda aklıma Gipsy Kings’in Bamboleo şarkısını getirse de aslında Jamboree festival demekmiş. Günlük hayatta asla karşılaşmayacağınız İngilizce kelimeler listesine ekleyebilirsiniz gönül rahatlığıyla. Yine de Mario Party X diye isimlendirmekten iyidir tabii, zira Mario Party’nin geçmişi taa 90’lara kadar dayanıyor! Yani pek çoğumuz için arkadaşların evinde toplanıp oyun oynamanın aylarca planlama gerektirmediği zamanlara…
2024’ün gerçekliğine dönecek olursak, artık arkadaşların evinde es kaza es kaza toplanabilsek bile çocukların uyku saatine doğru dağılıyoruz genellikle. Bunlar Jamboree’i durdurmuyor ama! Arkadaşlarınızla gerek evde aynı cihaz üzerinden gerekse de kendi evinizin konforunda farklı Switch’lerden aynı oyuna bağlanabiliyorsunuz zira. Hoş, aynı tadı verir mi emin değilim. Zira Can’la birlikte oynarken gerek ikili mücadelede rakiplere karşı birleşmek olsun gerekse de karşıdakiler NPC olmasına rağmen onlara değil de bana kazık atmamak için kendini zor tutmasını izlemek olsun, yan yanayken çok daha zengin bir deneyim. (Bakış açısı işte, ben en yakın rakibim ve en tehlikeli oyuncu olarak seni gördüğümdendi halbuki… -Can)
Evet inkâr ettiğini duyar gibiyim, kes-sin-lik-le bana kazık atacaktı! Bu açıdan Jamboree, aynı şevkle ve ihtirasla oynadığımız kutu oyunu Munchkin’e de hayli benziyor. Hayır sadece Can’ın bana kazık atması açısından değil yani, başka benzeyen tarafları da var demek istiyorum. Sözüm o ki oyunda güzel zar atarak ve iyi seçimler yaparak hızla ilerlemeniz yıldızları kapıp en birinci olmanızı sağlamıyor. Mini oyunlarda ne kadar başarılı olduğunuz, rakiplerin tekerine ne kadar çomak soktuğunuz ve birazcık da şansınıza bakıyor. Durduğunuz bir karede bin bir emekle topladığınız altınlarınızı başka bir karakterle değiş tokuş etmeye zorlanabiliyorsunuz zira. Ya da komünist Bowser gelip hepinizin paralarına el koyup sonra eşit olacak şekilde dağıtabiliyor. Oyunun sonunda skor tahtasında onca yıldızınızla sonuçların açıklanmasını beklerken fenerbahçe kırmak üzereyken tanımlanan rekorlar misali “mini oyunları hiç beceremeyen kişi” gibi bir ödülle önünüze bile geçebilirler. Tam bir keşmekeş yani, çok eğlenceli. Yenilgiyi kabullenemeyen arkadaşlarla (ben değil, ne alakası var?) oynamamanız tavsiye edilir. (Yenilmedim zaten, ikinci oldum!)
Eğer fazlasıyla şansa bağlı kurallar hoşunuza gitmezse de oyuna başlamadan önce bunları istemediğinizi seçme imkânınız var üstüne üstlük. Pro Rules adlı bu özellik Jamboree ile geliyor ve kendisinden önceki Mario Party oyunlarının en eleştirilen yanlarından birine de çare olmuş oluyor. Basitçe bu “Pro” kurallarla oyunun sonundaki bu şansa bağlı ekstra puanları ortadan kaldırıp daha adil bir skor tahtası kullanabilirsiniz.
Bu bahsettiğim masaüstü modu Mario Party’nin nesillerden beri aktarılan ana oyun modu bu arada; esas çocuk yani. Tabii bir tane harita yok, oynayış stilinin komple değişeceği ve bizi diken üstünde tutacak 7 çeşidi var. Bunlardan 4 tanesi daha en baştan açık, kalan 3ünüyse başarım puanlarını toplayarak açabiliyorsunuz. Zaten siz oynadıkça bir yerlerden çıkıyorlar. Sadece masaüstü haritaları değil, bağımsız olarak oynayabildiğiniz mini oyunlar ve başka modlar da var sonuçta. Ana oyun modu hakkında söyleyebileceğim tek olumsuz şey kısa bir oyun seçme imkanınızın olmaması. En az 10, en fazla 30 turluk oyun açabiliyorsunuz ve on tur yaklaşık 90 dakika sürüyor. Şöyle çıtır çerez gidecek bir yarım saatlik oyun modu da iyi olabilirdi. Ha derseniz ki git diğer oyun modlarını ya da mini oyunları oyna o zaman diye…
Biri bana neden MasterChef’te Subway sandviçi yaptığımızı açıklayabilir mi?
Küçük ve orta büyüklükte oyunlar hiç bana göre değil. Neden mini oyun demiyorum çünkü mini oyun diye ayrı bir kategori var onlara sonra geleceğiz. Neyse KOBO’lar diyordum. Genellikle birtakım tuşlara hızlı hızlı basmayı ve el göz koordinasyonu falan gerektiriyorlar. Anime kanunlarına göre benim dünyayı kurtarma yaşım geçeli en az 15 sene olduğu için bunlar eklemlerimi falan ağrıtır; belim, böbreğim, sakatatım hepsi tutulur. Mesela Ritim Mutfağı (Rhythm Kitchen) 4 kişiye kadar lokal çok oyunculu oynayabileceğiniz bir mini oyun. Gerek parfe üzerine meyveleri pıt pıt fırlatıyorsunuz gerekse ekmeklerin arasına türlü malzemeleri koyup presliyorsunuz. Ve tüm bunları MasterChef misali bir yarışma atmosferinde yapıyorsunuz, sonuçta Jüri hangi oyundan kaç puan aldığınızı gösterip kazananı belirliyor. Tahmin edebileceğiniz gibi eti tam ortadan ikiye bölme haricinde hiçbir oyunda başarılı olamadım. Ama yine de o parfelerin şekilsiz değil asimetrik modern sanat olduğunu iddia etmeye devam edeceğim. Bir yiyen çıkar nasılsa.
Öz hakiki mini oyunlardan bahsedecek olursak bunlar ana oyun modunda diğer oyunculara karşı bol bol oynamak zorunda kalacağınız şeyler. O yüzden kendilerine ayrılmış özel adacıklarına giderek bol bol pratik yapsanız fena olmaz. Öğrenmesi kolay, bol çeşitli ve eğlenceliler. Özellikle de iki kişi oynarken. Bahsetmeden geçmek olmaz, ana oyun modunda hareket gerektiren mini-oyunları kapatabilmek gerçekten güzel bir özellik. Çünkü bazıları bileğe çok yüklenebiliyor. İhtiyar heyetini üzebiliyor.
Doğrusu Super Mario Party Jamboree… parti oyunu türüne bambaşka bir bakış açısı getiren bir baş yapıt diyemem. Ama şunu da rahatlıkla söyleyebilirim ki Jamboree, halihazırda çalışan Mario Party temelini almış ve iyice bir elden geçirmiş, kullanıcı dostu özellikler de ekledikten sonra cilalamış ve vitrinin en ortasına koyulmaya hazır hale getirmiş. Afiyet olsun!